Ömer Faruk Özdemir

  • 1383
  • +

El vardır ele olur el,

Bel vardır bele olur bel...

bir HekimSözlük girişi ekledi 

Küçücük bir ana çok büyük duygular sığdırırız bazen. İşte böyle anlardan birini muhteşem bir şekilde görselleştirmeyi başaran Frederic William Burton’un ‘Kule Merdivenlerinde Buluşma’ adlı eserinden bahsedeceğim size.Eser konusunu bir orta çağ Danimarka şarkısında adı geçen Hellelil ve Hildebrand’ın hikayesinden alıyor.Bu şarkıda, Danimarka Kralının kızı Prenses Hellelil ile Kraliyet ailesinin şövalyesi olan Hildebrand imkansız bir aşkın içine düşerler. Prensesi koruması gereken şövalye ve prenslere layık görülen prenses gizlice bir ilişki yaşamaya başlar.Ancak bu sır iki kişi arasında çok fazla süre kalamaz ve kral her şeyi öğrenir. Bu ilişkiyi asla onaylamayan ve öfkeden gözü dönen Danimarka Kralı ve yedi oğlu Hildebrand’ı öldürmeye karar verirler.Sonunda kral, oğulları ile birlikte cesur şövalyenin karşısına çıkarlar. Hildebrand muhteşem bir savaşçıdır ve hem kralı hem de altı oğlunu öldürmeyi başarır. Ancak bu çok da kolay olmamış ve Hildebrand da çok ciddi yaralar alır.Yorgun ve yaralı olan şövalyenin karşısında sadece kralın en küçük oğlu ayakta kalır.Vücudundaki ağır yaralara rağmen Hildebrand bu son prensi de yenmeyi başarır ve onu da öldürmek üzere olduğu sırada küçük kardeşine çok bağlı olan ve şefkatli bir yüreğe sahip olan Hellelil sevgilisinden kardeşini bağışlamasını ister.Hildebrand bu küçük kardeşi bağışlar ancak ayakta kalacak gücü de artık kendisinde bulamaz ve yere yığılıp oracıkta ölür. Diğer altı taht adayı öldürüldüğü için en küçük prens tahta çıkıyor ve hayatını kurtarmasına rağmen prenses Hellelil’e hayatı zindan eder...

Her ne kadar canı bağışlansa da babasının ve kardeşlerinin, kız kardeşi ile yasak ilişki yaşayan bir şövalye tarafından öldürülmesini hazmedemeyen yeni kral, kız kardeşini zindana attırır. Hildebrand öldüğü ve artık intikamını alamayacağı için tüm hırsını Hellelil’den çıkarır.Prenses Hellelil önce çok ağır işkencelere maruz kalır, ardından da köle olarak satılır.Hikayesi acı bir son ile biten ve imkansız bir aşkı anlatan bu şarkıyı resmetmeye karar veren William Burton, Hellelil ve Hildebrand arasındaki dramatik bir ana odaklanmayı tercih etmiş.Kalenin içinde, kulenin merdivenlerinde karşılaşan prenses ve şövalyenin çok kısa bir anına tanıklık ediyoruz. Duygu yoğunluğu çok güçlü olan bu eserde Hildebrand, belki de odasına doğru çıkan prensesi kolundan tutarak kokusunu içine hapsetmeye çalışıyor.Prenses duygusal olarak o kadar yorgun gözüküyor ki, Hildebrand onun kolunu kokladığı sırada duvarlara tutunarak utangaç bir tavır sergiliyor. Bu ifade ile ressam bu duygusal şarkıya biraz yorumlama getiriyor.Hellelil’in içinde bulunduğu bu ilişkiden memnun olmadığını hissediyoruz. İmkansız aşkını deliler gibi sevdiğini ancak prenses olduğu için bu yaptığının yanlış olduğunu düşündüğünü Hellelil’in duruşundan rahatlıkla anlayabiliyoruz.Belki de yakalanmaktan korkuyordu diyebilirsiniz ancak gözlerini kapatmış ve başını başka bir yöne çevirmiş. İmkansız aşklar böyle değil midir zaten? Aşık olduğunuz kişi yüzünden kendinize kızıp utandığınız olmadı mı hiç?İşte ressam bu öfkeyi veya utanmayı da teatral ifadelerle güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Hildebrand ise cesur bir şövalye olduğu içinde merdivenlerdeki karşılaşmayı değerlendirmek ve aşığının kokusunu korkusuz bir şekilde içinde çekmek istiyor.

Eserin içinde hikayenin devamına dair bulunan tek sembol ise bu aşkın çabucak sona ereceğini işaret eden yerdeki gül yaprakları oluyor...

Sonuç olarak William Burton öyle bir şaheser ortaya koyuyor ki İrlandalılar bu eseri 2012 senesinde ülkelerinin en güzel resmi ilan ediyorlar.Esere o kadar değer veriyorlar ki deforme olmasını ve nem oranından etkilenmesini önlemek için haftanın iki günü ziyarete açtıkları gibi bu ziyaretlerin süresini ise birer saat olarak kısıtlıyorlar.

Okuduğunuz için teşekkürler, sanatla kalın...




bir HekimSözlük girişi ekledi 

1888’de ruhsal hastalığının ilk nöbetlerini geçirmeye başlayan Hollandalı ressam Vincent Van Gogh, kendi rızasıyla, Arles yakınlarındaki St. Paul Akıl Hastanesi‘ne yatırıldı. Hastane müdürü ile ressamın kardeşi Theo Van Gogh, ressamın rahatlıkla çalışması için gerekli olan ortamı sağlamışlardı ancak açık havada resim çizmesine izin verilmemişti. Bu dönemde kardeşi Theo ona Gustave Doré‘nin bir gravürünü yolladı ve Van Gogh bu gravürden esinlenerek akıl hastanesinde kaldığı dönem olan 1890 yılında tuval üzerine yağlı boya ile Tutuklular Çemberi tablosunu çizdi.Mavi-yeşil tonların hakim olduğu tabloya ilk baktığımızda, duvarlarla çevrili küçük bir hapishane avlusunda çember halinde gidip gelen  mahkumları görüyoruz. Tablo, hayatı ressamın hayal ettiği şekilde kapalı bir çember olarak betimler. Tablonun merkezindeki tek şapka takmayan sarı saçlı figüre dikkat ettiğimizde ise Van Gogh’un bu figürle iç dünyasında yaşadıklarını tabloda resmettiğini görürüz. Bu adam fiziksel olarak da benzediği için Van Gogh’un ta kendisi olarak yorumlanabilir. Kasvetli bir kısır döngünün ortasında her şeyi anlayan ancak hiçbir şeyi değiştiremeyen yalnız, üzgün bir mahkum gibi.Van Gogh şu an dünyada en çok bilinen ressamlardan biri olsa da hayatı boyunca sadece bir tane tablosunu satabilmişti.Tabloda yukarı doğru uçmakta olan iki beyaz kelebek görünüyor. Bu beyaz kelebekler, özgürlüğün olduğu kadar kaybedilmiş saflığın, masumiyetin de sembolüdür. Van Gogh bu iki kelebeği ‘Bahar’ isimli tablosunda da resmetmiştir ancak Tutuklular Çemberi tablosunda kelebeklerin uzaklaştığını görüyoruz.Bu tabloyu asıl ilginç yapan özelliği ise ressamın intihar edeceği yaşa eşit sayıda insan figürü yer alıyor olmasıdır. 37 yaşında intihar eden Van Gogh, bu tablosunda da tam olarak 37 insan figürü kullanmıştır. Tablodaki her mahkum hayatının yıllarını temsil ediyor olmalı.

Okuduğunuz için teşekkürler. Sanatla kalın...

bir HekimSözlük girişi ekledi 

 İnci Küpeli Kız Tablosu, Hollandalı ressam Johannes Vermeer’in başyapıtlarından biridir. Kuzeyin Mona Lisa’sı veya Hollandalı Mona Lisa olarak adlandırılan eserin odak noktası inci küpedir. Lakin bu eseri bu denli dikkat çekici yapan şey bir inci küpeden çok daha fazlasıdır.Kim bu İnci küpeli kız ve Jhonnes Vermeer neden onu seçti? Bu soru geçen yüzyıllara rağmen hala gizemini korumakta. İri gözleri, anlaşılması zor yarım gülüşü ile masum mu yoksa baştan çıkartıcı mı?İlk zamanlar da tabloda ki kızın Jhonnes Vermeer’in kızı olduğu düşünülsede kızın yaşı ve tablonun yapılış zamanı birbirini tutmamaktadır. Bunca soru işareti ve gizemi barındıran eser, dilden dile dolanan farklı hikayelere, dedikodulara sebep oldu. Yine de bu dedikoduların arasında bir tanesi diğerlerinden sıyrılıp, romanlara, kitaplara konu olacak bir hal aldı.Bu öykünün iki farklı yüzü var. İlki 17. yüzyılın Hollanda’sında yaratıcılık ve ticaret arasındaki  sosyal ilişkilere ışık tutuyor. Bir kadını resmederek kadına sosyal hak ve yine aynı şekilde sosyal düzende yer vermeye çalışan bir eser. Bu tablonun bu denli yankı uyandırmasında aynı zamanda ”İnci Küpeli Kızın” Jhonnes Vermeer’in evinde çalışan hizmetçi bir kız olduğu kanısı yatmakta. Bir soyluyu değil de sıradan bir kızı resmederek halkta ki başkaldırışı destekleyen bir tablo. Bu öykünün diğer yüzü ise aşk, ihanet ve kıskançlık üçgeni arasında kendine bir yer buluyor. 


Gelelim asıl öyküye. 17. yüzyılın ortalarında Hollanda’da yaşayan, babası bir iş kazası sonucunda kör kalınca ailesinin geçimini sağlamak zorunda kalan adı bugün bile bilinmeyen ”İnci Küpeli Kız’’ Jhonnes Vermeer’in evinde hizmetçi olarak işe başlar. Kızın resme, renklere olan merakı Vermeer’in ilgisini çeker. İlk zamanlar atölyeye sadece temizlik için giren kıza zamanla renkleri karıştırmayı öğretir. Bu durum karısı ve Vermeer’in sevgi görmemiş büyük kızının dikkatini çeker. Böylelikle kıskançlık ve düşmanlık duyguları baş göstermiş olur. Karısının bile girmeye izni olmayan atölyeden hizmetçi kızın çıkmaması gerilimi iyice arttırır. Ailenin varlıklı yakınlarından biri Vermeer’den bir tablo sipariş eder.Tabloda ki model hizmetçi kızdır. Vermeer bu durumu karısından saklar ancak tablo bir türlü bitmek bilmemektedir. Eksiklik vardır. Bu eksiklik karısının inci küpeleridir. Sonunda tablo biter, karısı bunu öğrenince hizmetçi kız evden kovulur. Ve bu öykü de böylelikle sonlanmış olur.  Bu ünlü tablo bir insanın dikkatini çekicek her şeyi barındırıyor: gizem, yasak aşk, estetik güzellik, kitaplara dizilere konu olucak bir öykü. Gün geçtikçe popülerliği artan bu eseri Lahey’de, Mauritshuis’e gidip yakından görebilirsiniz.

Okuduğunuz için teşekkürler. Sanatla kalın...

    • 😃✍️

      0 0 0 0 0 0
      Giriş yapmamıs kullanıcılar 'Yorum Gönderisi' eylemini kullanamazlar.
      bir HekimSözlük girişi ekledi 

      Titan Kronos’un büyük bir korkusu vardı. Babasına yaptıklarının kendi başına gelmesinden korkuyordu. Bu yüzden de Rhea’dan doğan bütün çocukları ortadan kaldırıp işini garanti altına almak istedi. Rhea’nın doğan her bebeğini yutmaya başladı...Rhea'nın çocukları birer birer yutuluyordu ve artık bu duruma katlanamıyordu. Bu yüzden de toprak ana Gaia’dan yardım istedi. Ancak sadece Gaia değil, intikam almak isteyen kısır baba Uranos da Rhea’ya yardım edecekti...Sonunda Zeus doğdu ancak Uranos kimse görmeden önce bebek tanrıyı saklamayı başardı. Rhea da bir taşı aldı ve bebek kundaklar gibi kundaklayıp Kronos’a verdi.Kronos yutacağı şeyin ne olduğuna bile bakmıyordu. Korkudan o kadar gözü dönmüştü ki hiç vakit kaybetmeden doğan yeni bebeği midesine indirmesi gerekiyordu.Bu yüzden aceleci davrandı ve bebek sandığı taşı midesine atıverdi. Bu sırada Zeus Girit adasına götürülmüştü bile. Orada saklanacak ve babasını devirmek için gücünü toplayarak büyüyecekti. Bu sırada Kronos’un hesaba katmadığı bir şey daha vardı.Yuttuğu bütün çocuklar onun içinde yaşamlarına devam ediyorlardı. Her şeyin farkında olan bu bebekler babalarından nefret ediyor ve intikam gününün gelmesini bekliyorlardı.

      Kaçırılan Zeus ise bir gün büyüyecek ve babasının karnını deşerek tüm kardeşlerini serbest bırakacaktı. Sanat tarihinde Kronos'un çocuklarını yutması büyük ustalar tarafından çeşitli biçimlerde resmedilmiştir. Bunların içinde en meşhur olanlardan biri ise Goya'ya aittir...Francisco Goya'nın 1819-23 yıllarına tarihlenen ve günümüzde Madrid'deki Prado Müzesinde sergilenen  'Satürn Oğlunu Yerken' adlı eseri aynı zamanda sanat tarihinin en ürpertici sahnelerinden biridir.

      Romantik dönemin en önemli isimlerinden biri olan İspanyol ressam Goya’nın versiyonunda ise çok daha ürpertici bir sahne ile karşı karşıyayız. Romantizm; o dönem Avrupa’da özgürlük, heyecan ve coşku tutkularını yansıtan bir akımdı.Bu döneme ait eserler ‘romana benzer’ olarak tanımlanırlar. Yani akıl almaz ve doğaüstü sahneler çok sevilir. Özellikle tarih tutkusu, harabeler ve efsaneler bu dönemin en sevilen konularıdır.İnsanı ve doğayı yeniden yorumlamayı hedefleyen bu dönem sanatçıları kendi duygularına ve iç dünyalarına yönelirler. Bu nedenle de bireysel yorumlar önemlidir denilebilir.Bu tip resimlerde genellikle fırtınalı gökyüzü atmosferi, fırtınalı deniz sahneleri, insanın doğa karşısındaki çaresizliği ve korkusu en sevilen konulardır. 

      Buraya kadar romantizm döneminin genel özelliklerine bakıp tekrar resme döndüğümüzde pek bir bağ kuramamış olabiliriz.

      Goya’nın örneği net bir romantik örnek değil. Daha çok ‘kara romantizm’ denilen başka bir tür olarak yorumlanır. Adını ise yine Goya’nın ‘Kara Resimler’ adlı serisinden alır.Goya, geçirdiği ağır bir hastaığın ardından sığar olduğunda biraz inzivaya çekilmek adına kırsal bir bölgede ev tutmaya karar verir. Madrid şehrinin yakınlarında bulduğu bir ev tam ona göredir.Bu evin önceki sahibi sığardır ve Goya da oraya taşınınca villa; ‘sağırın villası’ adını alır. Genel olarak İspanya’nın içinde bulunduğu durum iyi değildir. Goya’nın sağlığı da iyi değildir. Bu yüzden bu evde geçirdiği süre boyunca son derece korkunç ve karanlık eserler üretir.Kurulan engizisyon mahkemelerine ve cadı avlarına yönelik resimler de yapar.

       Aynı zamanda ‘Savaşın Felaketleri’ de yine son derece korkunç ve karanlık çizimlerden oluşur. Savaşlar özellikle Goya’nın hayatının bir parçası haline gelmiştir.Fransız İhtilalinden sonra Napolyon’un İspanya’yı işgal etmesine tanıklık etmiştir. Sonrasında ise İspanyol Monarşisi yönetimi ele almak için kendi halkı ile bir savaş girer.Bir devrim gerçekleştirmeye çalışan İspanyol monarişisi ‘Devrim kendi çocuklarını yer’ çağrışımı yaptıracak şekilde hayat bulmuştur Goya’nın eserinde.Güce tapan, gücü elde etmek isteyen insanların bu uğurda korkunç şeyler yapması ona Kronos’u hatırlatmış olmalı. Güç ve yönetimi ele geçirebilmek adına halkına zulüm eden İspanya’nın çocuklarını yiyen Kronos’dan farkı kalmamıştır.Goya’nın bu eserinde korkunç bir canavar gibi gösterilmiştir Kronos. Gözü dönmüş bir deliye benzemektedir. Kendi çocuklarından birini yemektedir ancak bu çocuk öyle çok da küçük gözükmez.İç savaşın kanlı geçtiğini göstermek adına da arka planı siyaha boyayan Goya, kanın dikkatimizi çekmesini istemiş. 

      Goya’nın eseri bana her zaman güç yüzünden gözü dönmüş, doğruyu yanlıştan ayırt edemeyecek hale gelmiş ve yozlaşmış liderleri hatırlatır. 

      Okuduğunuz için teşekkürler.Sanatla kalın...

        • 😈 


          0 0 0 0 0 0
          • guzel bir derleme olmus hocam. elinize saglik

            0 0 0 0 0 0
            Giriş yapmamıs kullanıcılar 'Yorum Gönderisi' eylemini kullanamazlar.
            bir HekimSözlük girişi ekledi 

            Herkese merhaba. Bugün sizlere Vincent Van Gogh'un 1890 yılında yaptığı ve günümüzde Amsterdam'daki Van Gogh Müzesinde sergilenen ''Badem Çiçekleri'' adlı eserinden bahsedeceğim. Van Gogh bu eseri yaptığında, genel olarak çok iyi bir dönemden geçmiyordu...Hollanda'dan Fransa'ya geldiğinde burada çok çeşitli ressam ve sanat akımıyla tanışıp üretkenliğini daha da arttıran Van Gogh, 1888 yılında kalbinde bir umut aklında bir fikir ile Arles'a gitti ve burada 'Sarı Ev' fikrini hayata geçirdi.Ancak işler planladığı gibi gitmemişti. Paul Gauguin'e hayran olan ressam, Sarı Evin dekorasyonu için yaptığı resimler hakkında onun eleştirilerini ve tavırlarını kırıcı buluyordu. İkili arasındaki gerginlik kulak kesme olayına kadar uzanacak, sarı ev kapanacak, Van Goghhastaneye yatacak, fikirler ve umutlar tamamen yok olacaktı. Kısa bir süre sonra da Saint Ramy bölgesinde bir akıl hastanesine yatmayı gönüllü olarak kabul etmişti. Resim yaparak iyileşeceğini düşünüyordu. Belki de bu yüzden en üretken ressamlardan biri oldu.Akıl Hastanesinde kalırken kimi zaman kendini iyi hissetse de kimi zaman da bulanık dönemler geçirir. Ancak 1890 yılında hayatta onu gerçekten dinleyen tek insan olan kardeşi Teo ona bir mektup gönderir. Teo'nun çocuğu olacaktır.Bu habere çok sevinen Van Gogh'un aynı zamanda ne denli duygusal yaklaşabileceğini de tahmin edebiliriz. Daha önceleri o da bir ailesi olsun istemişti. Çocukları seviyordu ve o da çocuğu olsun istemişti. Şimdi hayatta en değer verdi kişinin çocuğu olacaktı.Londra'da yaşarken ev sahibinin kızına aşık olmuştu Vincent... Kıza evlenme teklifi bile etmişti ancak kızın cevabı ağır olmuştu. Kahkahalar atmış ve koşarak uzaklaşmıştı teklif karşısında.

            Kısa süre sonra Hollanda'ya gittiği zaman bu sefer kendinden yaş olarak bir hayli büyük olan ve 8 yaşında da bir çocuğu olan Kuzeni Kee Vos'a aşık olmuş ancak yine aşkına karşılık bulamamıştı.Kuzeninden sonra ise Sien adında bir fahişeye aşık oldu. Onunla yaşamaya başladı. Bu kadın da kendisinden büyüktü ve bir çocuğu vardı. Van Gogh bir dönem çocuğa mama alabilmek için boyalarını ve kömür kalemlerini satmaya çalışmıştı. Bir eve 'babalık' yapmaya çalışmıştı.Ancak rahip olan babası gelip de Sien'in bir fahişe olduğunu öğrendiğinde onları zorla ayırmış ve bu aşkın sonu Sien'in intihar ederek ölmesi ile sonuçlanmıştı...

            Ardından yine kendisinden yaşça büyük olan Margot Begemen ile ilişki yaşamış ama yine ailesi yüzünden ayrılmışlardıYani anlatmak istediğim ya da hissetmenizi istediğim şu alasında. Van Gogh'da bir ailesi olsun istemişti ve muhtemelen Teo'dan müjdeli mektubu alıp okuduğu anda, size anlattığım bu olaylar onun gözünden de bir bir geçmiş olmalı...Sonunda bir doğum hediyesi yapmaya karar verdi. Bu bir resim olacaktı elbette. 27 yaşlarında resme başlayan ve neredeyse günde iki resim yapan, resim hayatı süresince toplamda 2000 resim yapan Van Gogh bu resim için hiç ama hiç acele etmiyordu...Teo'ya yazdığı mektuplarda da bunu belirtiyordu. Acele etmediğini, sabırla ve sakin çalışarak yaptığı en en güzel işinin bu olacağını söylüyordu. Van Gogh bir baba olamadı ama artık baba yarısıydı.

            Bu küçük bebeğe ne kadar değerli olduğunu göstermek, onunla bağ kurmak istiyordu. Yaşadığı kötü bir yıl içinde böyle güzel bir haber almak belki de onun hayatta kalma süresini bir süreliğine uzatmıştı...

            Tuvalinde daha önce pek kullanmadığı renkler katıyor ve sanatının en güçlü yanını kullanıyordu; basit şeyleri anıtsal figürlere dönüştürüyor, önemsiz görebileceğimiz şeylere mükemmel bir görsellik kazandırıyordu. Bizim için sıradan bir sandalye ya da bir vazo ayçiçeğionun sanatında kimi zaman kendi portresini kimi zaman da hayatın döngüsünü temsil eden anıtsal şeylere dönüşüyordu. Bu resimde de bu gücü görebilirsiniz. Hayatın uyanışını, başlangıcını hissedebilirsiniz. Çiçek açan, henüz başlangıç aşamasında olan bir hayat...Bir hayat başlarken biri de son bulmak üzereydi. Van Gogh kısa bir süre sonra intihar edecekti. Tabi bugün olayın intihar olmadığına, bir cinayet olduğuna dair yeni teoriler olsa da ben bu konuya girmeyeceğim.Van Gogh resmi bitirdiğinde bizzat teslim etmek için yola çıktı.Paris'e gider ve kendi elleriyle kardeşine teslim eder resmi. Teo onu salona, piayonun üzerine asar. Ancak Vincent bunu kabul etmez. Yatak odasına asılmasını ister. Çünkü bu resim daha özeldir. Aileyi temsil eden, duygu yüklü bir resimdir.Van Gogh hastaneye geri döner ve kısa süre sonra da Buğday Tarlasında kendini göğsünden vurmuş şekilde bulunacaktır. İntihar olayının gerçekleşmesinden kısa süre önce ise Teo'nun eşi Johanna'dan bir mektup alır.Mektupta; bebeğin sürekli olarak ''Badem Çiçekleri'' eserine baktığını, yeni açan çiçekleri izlerken büyülenmiş gibi göründüğünü yazmıştır. Sanırım Vincent Van Gogh için dünyanın tüm sanat eleştirmenlerinin övgüsünden daha büyük bir önemi vardır bu beğeninin... 

            Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sanatla ve sevgiyle kalın... 

            Hekim.Net

            Close